BİLGİ VE VARLIK GÖRÜŞÜ BAĞLAMINDA KARŞILAŞTIRMA
Platon ruhumuzda doğuştan bilgilerin var olduğuna ve bu bilgilerin anımsama(anamnesis)yoluyla ortaya çıkacağını düşünmektedir. Anımsama kavramı, Platon'da ruhun ölümsüz olduğuna dair bir göstergedir. Ayrıca ona göre nesneler dünyası yani görünür dünya duyularla algılandığından ve duyularımızın da bizi aldatabileceğinden dolayı insan nesneler dünyası içinde hep bir yanılgı içindedir. Ona göre asıl olan idealar dünyasıdır. İdealar mükemmel varlıklardır ve bizim bu dünyada algıladığımız çokluklara karşı idealar tek bir öz(ousia)den oluşmaktadırlar. İdealar için bir var oluş veya yok oluş söz konusu değildir. Onlar nesneler dünyamızın dışında düşünsel evrende bulunan varlıklardır. İdealar dünyasına ise ulaşmanın tek bir yolu vardır o da diyalektik yöntemdir. Diyalektik yöntem duyumların çokluğunu ideaların tekilliğine indiren bir yoldur. Diyalektik toplama ve ayırma diye iki ayrı faaliyete dayanır: İlk olarak dağınık kavramlar bir bütün halinde toplanır daha sonra bu kavramları ana yerlerinden ayırarak çözümleme yoluna gidilir. Yani bu yöntemle Platon tümdengelimsel bir yol izlemektedir.
Ne var ki öğrencisi Aristoteles Platon'un idealar kuramını ve ruhun ölümsüzlüğü öğretisini desteklememektedir. Ona göre idealar nesneler dünyasının dışında, zamandan ve mekandan bağımsız varlıklar değil aksine nesneler dünyasında bizimle birlikte var olan varlıklardır. Aristoteles bu ideal varlıkların bir ''öz''den ve bir ''form''dan oluştuğuna inanmaktadır. Öz yani ruh, formundan yani bedeninden ayrılıp kendi başına bir yaşam süremez. Bu bağlamda Platon'un ruh göçü öğretisine tamamen karşı çıkmıştır çünkü ona göre form, özün kendisini meydana getiren bir araçtır ve bu araç olmazsa öz denen varlıkta olmaz. Ayrıca ona göre bilgi akılda doğuştan var olmamaktadır ama aynı zamanda bilgiye ulaşmanın tek yolu da akıldır. Akıl ise ruhla ilişkilidir ve bilmeye yetili tek yönümüzdür. Aristoteles'in akıl kavramında Edilgin(pasif) akıl yani bilginin malzemesinin verildiği yer olan duyuların olduğu kısım ve duyuların verdiği bilgileri işleyen Etkin(aktif) akıl kısmı vardır. Kısaca Aristoteles'e göre '' Bilgi duyumla başlar fakat duyum bilgi değildir. Bilgide duyumun yanında başka bir ögenin yani aklın işe karışması söz konusu olmazsa asla bilgi meydana gelmez''. Ayrıca Aristoteles, hocası Platon'un izlediği tümdengelimsel yola da karşı çıkmaktadır. Ona göre var olanlar tek tek şeylerdir. Asıl önemli olan tek tek şeyleri bir çatı altında toplamak ve tümel önermeler elde etmektir; ancak bu sayede bilgiye ulaşılabilir. Tümevarım yapmanın en iyi örneği de tasım(kıyas) yapmaktır.
DEVLET GÖRÜŞLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
Platon'un Politeia(Devlet) romanında yola çıkarak onun devletinin amacının tek tek bireyleri mutlu etmek değil toplumun mutluluğunu sağlama olduğunu görmekteyiz. Onun ideal devleti tek tek devletler gibi gerçeklikte yoktur sadece ideal biçim olarak vardır. Yani Platon'un ideal devlet tek tek devletler için bir ideal model oluşturmaktadır. Platon'nun bu ideal devletinde sınıf ayrılıkları söz konusudur; bu sınıflar ise işçiler, koruyucular ve yöneticiler olmak üzere üç sosyal tabakadan oluşur. İşçi sınıfı devlet için çalışıp üretim yapan kısımdır ve onların erdemleri çalışkan olmaktır. Koruyucular ise devleti iç ve dışta korumakla yükümlü olan kişilerdir. Onların erdemi cesaretli olmaktır. Koruyucuların devleti korumak yerine devletin başına geçmek gibi davranışlarda bulunmaması için onlara sadece beden eğitimi verilmektedir. Ayrıca koruyucular aile kuramazlar ve özel mülk sahibi olamazlar. Üçüncü sınıf olan yöneticiler sınıfı ise toplumun yararını gözeten bilge kişilerdir. Onların erdemleri bilgeliktir. Platon'a göre yöneticiler filozof; filozoflar ise yönetici olmalıdır. Ölçülülük ve adalet erdemi ise her sınıf için geçerli olmaktadır. Platon'un devleti tek bir yönetici ile değil, felsefe eğitimi almış ve bütün bedensel hazlardan arınmış yaşlı aristokratlar tarafından yönetilmelidir. O, bu yönüyle de demokrasi yönetimine tamamen karşı çıkmaktadır; çünkü ona göre ona göre demokrasi bozuk bir yönetim şeklidir ve çoğunluğun zorbaca yönetimine dayanmaktadır. Platon'un yaşlılık döneminde yazdığı Nomoi adlı eserinde de aristokrasi ve demokrasinin birleşimi olan bir yönetim biçiminden bahseder. Burada yöneticilerin eşit paylaşım yapabilmesi için iyi matematik bilmesi gerektiğini söyler. Ayrıca burada erdemlerin yerini yasalar(nomos) almıştır.
Aristoteles ise Platon gibi bir ideal devlet görüşü düşünmez onun yerine tek tek var olan devletlere ve yönetim şekillerine yönelik bir eleştiri yapar. Platon ile benzer bir yönü ise devletin varlık nedenini insanların erdemli ve mutlu olabildiği bir toplum yaratmak olarak görmüştür. Aristoteles'e göre insan ''zoon politikon''dur; yani politika yapan bir varlıktır, bu da ancak bir devlet ve toplumun içinde gerçekleştirilebilecek bir şeydir. Yani Aristoteles, devletin ortaya çıkışını insanın doğasına bağlamıştır. Aristoteles devletteki en önemli ve temel erdemi adalet olarak görmektedir. O, adaleti bir yandan toplumun düzeniyle ilgili bir kavram olarak görürken öte yandan da onu bireyin durumuna ilişkin özel ve aynı zamanda ideal değil reel bir erdem olarak görmektedir. Ayrıca Aristoteles'e göre sadece bir toplum içinde yaşamak insanı vatandaş yapmaz. Ona göre yurttaş devlet içerisinde aktif olarak yargıya ve yönetime katılan kişidir. Bu bağlamda o dönemde var olan yönetim şekillerine eleştiride bulunmuştur. O iyi yönetim şekillerini Politeia, Aristokrasi ve Krallık olarak görürken bunların tam karşıtı olan Demokrasi, Oligarşi ve Tiranlık'ı kötü ve bozuk olarak nitelendirmiştir. Burada hocası Platon gibi demokrasi taraftarı olmadığını görmekteyiz çünkü Aristoteles'e göre politeia yönetiminde insan erdemli ve iyi bir birey iken demokrasi yönetiminde kötü ve erdemsizdir hatta birey bile değildir. Son olarak Aristoteles'in devlet anlayışında değineceğimiz bir başka nokta da polislerdeki nüfus sayısıdır. Ona göre nüfus sayısı belli bir rakamın altında olmalı ve bu rakamı geçmemelidir çünkü nüfus sayısı çoğaldıkça insanları yönetmek zorlaşır ve insanlar nüfusun çok olduğu polislerde birbirini tanıyamaz ve birbirleriyle zorunlu olarak bir yabancılaşmaya maruz kalırlar.