Platon&Aristoteles(Atina Okulu Tablosundan)

15 Ocak 2017 Pazar

Platon ve Aristoteles Karşılaştırması




 BİLGİ VE VARLIK GÖRÜŞÜ BAĞLAMINDA KARŞILAŞTIRMA
         Platon ruhumuzda doğuştan bilgilerin var olduğuna ve bu bilgilerin anımsama(anamnesis)yoluyla ortaya çıkacağını düşünmektedir. Anımsama kavramı, Platon'da ruhun ölümsüz olduğuna dair bir göstergedir. Ayrıca ona göre nesneler dünyası yani görünür dünya duyularla algılandığından ve duyularımızın da bizi aldatabileceğinden dolayı insan nesneler dünyası içinde hep bir yanılgı içindedir. Ona göre  asıl olan idealar dünyasıdır. İdealar mükemmel varlıklardır ve bizim bu dünyada algıladığımız çokluklara karşı idealar tek bir öz(ousia)den oluşmaktadırlar. İdealar için bir var oluş veya yok oluş söz konusu değildir. Onlar nesneler dünyamızın dışında düşünsel evrende bulunan varlıklardır. İdealar dünyasına ise ulaşmanın tek bir yolu vardır o da diyalektik yöntemdir. Diyalektik yöntem duyumların çokluğunu ideaların tekilliğine indiren bir yoldur. Diyalektik toplama ve ayırma diye iki ayrı faaliyete dayanır: İlk olarak dağınık kavramlar bir bütün halinde toplanır daha sonra bu kavramları ana yerlerinden ayırarak çözümleme yoluna gidilir. Yani bu yöntemle Platon tümdengelimsel bir yol izlemektedir.

     Ne var ki öğrencisi Aristoteles Platon'un idealar kuramını ve ruhun ölümsüzlüğü öğretisini desteklememektedir. Ona göre idealar nesneler dünyasının dışında, zamandan ve mekandan bağımsız varlıklar değil aksine nesneler dünyasında bizimle birlikte var olan varlıklardır. Aristoteles bu ideal varlıkların bir ''öz''den ve bir ''form''dan oluştuğuna inanmaktadır. Öz yani ruh, formundan yani bedeninden ayrılıp kendi başına bir yaşam süremez. Bu bağlamda Platon'un ruh göçü öğretisine tamamen karşı çıkmıştır çünkü ona göre form, özün kendisini meydana getiren bir araçtır ve bu araç olmazsa öz denen varlıkta olmaz. Ayrıca ona göre bilgi akılda doğuştan var olmamaktadır ama aynı zamanda bilgiye ulaşmanın tek yolu da akıldır. Akıl ise ruhla ilişkilidir ve bilmeye yetili tek yönümüzdür. Aristoteles'in akıl kavramında Edilgin(pasif) akıl yani bilginin malzemesinin verildiği yer olan duyuların olduğu kısım ve duyuların verdiği bilgileri işleyen Etkin(aktif) akıl kısmı vardır. Kısaca Aristoteles'e göre '' Bilgi duyumla başlar fakat duyum bilgi değildir. Bilgide duyumun yanında başka bir ögenin yani aklın işe karışması söz konusu olmazsa asla bilgi meydana gelmez''. Ayrıca Aristoteles, hocası Platon'un izlediği tümdengelimsel yola da karşı çıkmaktadır. Ona göre var olanlar tek tek şeylerdir. Asıl önemli olan tek tek şeyleri bir çatı altında toplamak ve tümel önermeler elde etmektir; ancak bu sayede bilgiye ulaşılabilir. Tümevarım yapmanın en iyi örneği de tasım(kıyas) yapmaktır.

DEVLET GÖRÜŞLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI
     Platon'un Politeia(Devlet) romanında yola çıkarak onun devletinin amacının tek tek bireyleri mutlu etmek değil toplumun mutluluğunu sağlama olduğunu görmekteyiz. Onun ideal devleti tek tek devletler gibi gerçeklikte yoktur sadece ideal biçim olarak vardır. Yani Platon'un ideal devlet tek tek devletler için bir ideal model oluşturmaktadır. Platon'nun bu ideal devletinde sınıf ayrılıkları söz konusudur; bu sınıflar ise işçiler, koruyucular ve yöneticiler olmak üzere üç sosyal tabakadan oluşur. İşçi sınıfı devlet için çalışıp üretim yapan kısımdır ve onların erdemleri çalışkan olmaktır. Koruyucular ise devleti iç ve dışta korumakla yükümlü olan kişilerdir. Onların erdemi cesaretli olmaktır. Koruyucuların devleti korumak yerine devletin başına geçmek gibi davranışlarda bulunmaması için onlara sadece beden eğitimi verilmektedir. Ayrıca koruyucular aile kuramazlar ve özel mülk sahibi olamazlar. Üçüncü sınıf olan yöneticiler sınıfı ise toplumun yararını gözeten bilge kişilerdir. Onların erdemleri bilgeliktir. Platon'a göre yöneticiler filozof; filozoflar ise yönetici olmalıdır. Ölçülülük ve adalet erdemi ise her sınıf için geçerli olmaktadır. Platon'un devleti tek bir yönetici ile değil, felsefe eğitimi almış ve bütün bedensel hazlardan arınmış yaşlı aristokratlar tarafından yönetilmelidir. O, bu yönüyle de demokrasi yönetimine tamamen karşı çıkmaktadır; çünkü ona göre ona göre demokrasi bozuk bir yönetim şeklidir ve çoğunluğun zorbaca yönetimine dayanmaktadır. Platon'un yaşlılık döneminde yazdığı Nomoi adlı eserinde de aristokrasi ve demokrasinin birleşimi olan bir yönetim biçiminden bahseder. Burada yöneticilerin eşit paylaşım yapabilmesi için iyi matematik bilmesi gerektiğini söyler. Ayrıca burada erdemlerin yerini yasalar(nomos) almıştır.

        Aristoteles ise Platon gibi bir ideal devlet görüşü düşünmez onun yerine tek tek var olan devletlere ve yönetim şekillerine yönelik bir eleştiri yapar. Platon ile benzer bir yönü ise devletin varlık nedenini insanların erdemli ve mutlu olabildiği bir toplum yaratmak olarak görmüştür. Aristoteles'e göre insan ''zoon politikon''dur; yani politika yapan bir varlıktır, bu da ancak bir devlet ve toplumun içinde gerçekleştirilebilecek bir şeydir. Yani Aristoteles, devletin ortaya çıkışını insanın doğasına bağlamıştır. Aristoteles devletteki en önemli ve temel erdemi adalet olarak görmektedir. O, adaleti  bir yandan toplumun düzeniyle ilgili bir kavram olarak görürken öte yandan da onu bireyin durumuna ilişkin özel ve aynı zamanda ideal değil reel bir erdem olarak görmektedir. Ayrıca Aristoteles'e göre sadece bir toplum içinde yaşamak insanı vatandaş yapmaz. Ona göre yurttaş devlet içerisinde aktif olarak yargıya ve yönetime katılan kişidir. Bu bağlamda o dönemde var olan yönetim şekillerine eleştiride bulunmuştur. O iyi yönetim şekillerini Politeia, Aristokrasi ve Krallık olarak görürken bunların tam karşıtı olan Demokrasi, Oligarşi ve Tiranlık'ı kötü ve bozuk olarak nitelendirmiştir. Burada hocası Platon gibi demokrasi taraftarı olmadığını görmekteyiz çünkü Aristoteles'e göre politeia yönetiminde insan erdemli ve iyi bir birey iken demokrasi yönetiminde kötü ve erdemsizdir hatta birey bile değildir. Son olarak Aristoteles'in devlet anlayışında değineceğimiz bir başka nokta da polislerdeki nüfus sayısıdır. Ona göre nüfus sayısı belli bir rakamın altında olmalı ve bu rakamı geçmemelidir çünkü nüfus sayısı çoğaldıkça insanları yönetmek zorlaşır ve insanlar nüfusun çok olduğu polislerde birbirini tanıyamaz ve birbirleriyle zorunlu olarak bir yabancılaşmaya maruz kalırlar.
      

           

     
         
           
       


9 Ocak 2017 Pazartesi

Slvya Walby'nin Ataerkillik Kuramı Hakkında Genel Bilgi




                      
          Walby, ortaya koyduğu bu kuramda ataerkillik ve kapitalizm arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışmıştır. Ona göre ataerkillik kapitalizme kenetlenmiş bir yapıdır fakat bu kenetlenme aralarında çatışma olmayacağı anlamına da gelmiyor. Birbirleriyle çıkarları için dost olan iki insan gibi bu iki yapıda çıkarlarının örtüşmediği yerde çatışmaya girmektedir. Örneğin, savaş zamanlarında erkek nüfusunun savaşa gitmesi ve geride kalan tüm üretim işlerinin ve kapitalin yani paranın kadınlara kalması bu çatışmaya bir örnek olarak verilebilir. 
            Walby ataerkilliğin birbirinden bağımsız ama birbiri ile etkileşim halinde olan altı kategorisinden bahseder. 
             Birincisi ev içi üretim ilişkileridir.Ona göre asıl ataerkillik ve kapitalizm burada başlıyor çünkü kadınlar ev işleri, çocuk bakımı gibi emek gerektiren işleri evlerinde bir ücret almadan yapıyorlar ve bu da sanki kadının doğal bir işi olarak görülüyor. 
             İkincisi ise ücretli işler. Kadın iş piyasasına katılsa bile asla en iyi konumlara gelemiyor ya da maaşları erkeklere göre daha az oluyor. 
             Üçüncüsü ataerkil devlettir. Siyaset alanının tümüyle erkek cinsi ile bütünleşmesi, kadının siyasete girse bile asla erkekler kadar güçlü bir siyasi konuma gelememesi tamamen aterkil devlet yapılanmasının bir sonucudur.
             Dördüncüsü erkek şiddetidir. Kadınların erkeklerden gördüğü şiddet gerek özel alanda gerekse kamusal alanda kendini göstermektedir.  Ayrıca Walby'e göre devlet kadına olan bu şiddeti gizliden gizliye desteklemektedir.
             Beşincisi cinsel ilişkilerde ataerkilliktir. Çoğunlukla heteroseksüel ilişkilerin desteklenmesi ve diğer cinsel yönelimlerin bir sapma olarak görülmesidir. Heteroseksüel bir çift çocuk yapabilme işlevine sahiptir ve bu da potansiyel olarak dünyaya ileride kapitalizmin istediği iş gücünü getirebilecekleri anlamına gelmektedir.
               Altıncısı ve son olanı ataerkil kitle iletişim araçları ve kültürel kurumlardır. Medya, eğitim, sanat ve din gibi kurumlar kadın üzerindeki ataerkilliği legalleştirmeye yardımcı olan bir diğer mekanizmalardır. Bu mekanizmalar ataerkilliği dolaylı ya da doğrudan yansıtan imgeler üretmektedirler.
             Walby ayrıca iki türlü ataerkillikten söz etmektedir. Kadınların ataerkil normlar tarafından (örneğin şiddet) zorla özel yaşam alnında tutulması ve egemenlik altına alınması, kamusal alana girişinin engellenmesi Mahrem(özel) ataerkilliktir.Bir diğeri ise kadınların erkeklerle ortak yaşam alanlarında bulunamayacağını öne süren ve ayrıca, kadının siyaset, ekonomi vb alanlarda iyi bir seviyeye gelmesini engelleyen Kamusal ataerkilliktir.

7 Ocak 2017 Cumartesi

Hegemonik Erkeklik Teorisi Hakkında Genel Bilgi



               
             

         R.W. Connel tarafından ortaya atılan bir toplumsal cinsiyet teorisidir. Bu teoriye göre toplumsal cinsiyet düzeni sadece kadınlık durumlarına bağımlı olarak anlaşılamaz. Erkeklerin sahip olduğu iktidar ve gücün toplumsal cinsiyet eşitsizliğini yaratan önemli bir unsur olduğunu söyler. Ayrıca toplumdaki farklı düzeydeki erillik ve dişillik kuramlarından bahsetmektedir.
                Connel'a göre toplumsal cinsiyet düzeninin dört önemli unsuru bulunmaktadır: Bunlardan birincisi olan emek kavramıdır.Bu kavram ev işlerinin, çocuk bakımının ve ücretli işin örgütlenmesini içermektedir.İkinci olarak iktidar'ı ele almaktadır. İktidar kavramında erkekliğin otorite ile ilişkisi ifade edilir . Devletin ve iş dünyasının iktidar yapıları, şiddet grupları, cinselliği düzenleme yöntemleri ve özel yaşamda otorite üzerinde kendini ön plana çıkarmasını tanımlar. Örneğin, ordu veya devlet gibi toplumsal bir kurumun çoğunluğun erkeklerden oluşması bu kavramı destekler niteliktedir. Üçüncü ve son olarak cathexis kavramını ele alır. Cathexis duygusal ve özel ilişkilerdir. Genel olarak arzunun sosyal ve psikolojik örgütlenmesini içermektedir. Örneğin, homoseksüel bir ilişkide daha feminen karakter, evde yani özel yaşam alanında daha çok bulunmaktadır; buna karşılık daha maskülen olan ise iş hayatına girer ve kamusal alanda aktif olmaya çalışır. Bu bağlamda homoseksüel ilişkilerde de iktidar bakımından maskülenliğin daha ağır bastığını görmekteyiz.
             Toplumsal alanda tek bir erillik ve dişilik  tipi yoktur. Connel bu erillik ve dişillik tiplerini üçe ayırmaktadır: Teoriye adını veren hegemonik erillik bunlardan ilkidir. Ayrıca hegomonik erilliğin tamamlayıcısı olan bir de  vurgulanmış dişillik vardır. Hegemonik erillik; heteroseksüel cinsellik, otorite, ücretli iş ve fiziksel sertlikle bağlantılıdır. Bu kavramlardan hepsine sahip olan erkek toplum tabiriyle ''has erkek'' olarak adlandırılmaktadır. Bu özelliklere sahip olmayan erkeklerin erkekliğinden şüphe duyulur. Bu da erkekleri toplumsal anlamda sıkıntıya sokar ve bu yüzden erkekler sürekli olarak hegemonik erilliğe ulaşmaya çabalarlar.Vurgulanmış dişillik ise hegemonik erkeğin konumunun bu kadar güçlü olmasını sağlayan bir alt basamaktır. Eğer vurgulanmış dişillik kavramı olmazsa hegemonik erilliğin iktidarı sallantıya uğrar. Yani diyebiliriz ki vurgulanmış dişillik bir puzzleda tamamlayıcı parça görevi görmektedir. İkinci bir erillik kavramı ise işbirlikçi erilliktir. Hegemonik erilliğin bir alt basamağıdır. Onlar hegemonik erilliğin suç ortağı sayılabilirler ve hegemonik erilliğin konumundan faydalanmaya çalışırlar. Hegemonik erilliğe sahip olan bir erkek kadar nam sahibi değillerdir ama toplumda genel olarak madum dişillik kavramından daha yüksek konumdadırlar. Madum dişillik eşcinsel kadın  ilişkilerini kapsayan bir dişillik kavramıdır. Onun hemen arkasında da ise madum erillik yani eşcinsel erkek ilişkileri yer almaktadır. Ve en son basamakta yer alan direngen dişillik kavramı bulunmaktadır. Direngen dişillik genel olarak feminist bireyleri temsil eden yani hegemonik erilliğe tamamıyla karşı çıkan bireylerin yer aldığı basamaktır. Vurgulanmış dişillik zamanla direngen dişilliğe dönüşebilir. Ayrıca günümüz modern toplumlarında direngen dişillik daha fazla ortaya çıkmaya başlamıştır bu da hegemonik erilliğe ciddi bir tehdit oluşturmaya vesile olmaktadır.
           
                      

         

Şizofreni Nedir?






   
      Öncellikle şizofreni için genel bir tanım yapmak gerekirse şöyle denilebilir:Gerçek dünyayı algılama ve düşünme konusunda birtakım bozukluklar ortaya çıkaran, en az altı ay boyunca süren, kişinin sosyal ve kişisel işleyişini bozan bir zihinsel bozukluktur. Genellikle erken yetişkinlik(18 yaş) ve geç yetişkinlik(30 yaş) arasında ortaya çıkmaktadır.
      Peki şizofreni neden olur? Bunun için tek bir neden söylemek mümkün değil, birçok etken mevcuttur: genetik faktörler, çevresel faktörler ve beyin yapısında görülen değişiklikler. Şizofreni hastalarının genellikle beyinlerindeki bu değişiklik beyin taramaları sayesinde anlaşılabilmektedir. Ayrıca beyindeki nörotransmitterlerin değişimi de nedenlerin arasındadır. Şizofreni büyük oranda genetiksel bir psikolojik hastalıktır. Birinci dereceden akrabalarda şizofreni var ise bu kişinin yüksek oranda şizofreni hastalığına yakalanabileceği söylenebilir. Tabi bu hastalığın nedenleri sadece genetik faktörlerle sınırlı değil. Çevresel faktörlerin etkisini de yadsımamak gerekir. Büyük bir stres durumu insanlarda bu hastalığa neden olabilen çevresel bir etmendir. Örneğin, işten ayrılma, maddi sıkıntılar, sosyal ortam değişikliği ya da bir yakınını kaybetmek gibi.
      Şizofreni hastalarının genel olarak davranış ve düşünsel yetilerinde birtakım değişiklikler mevcuttur. Düşünme anlamındaki bazı değişiklikler: anormal inançlar (delüzyonlar), halüsinasyonlar; davranış anlamında bazı değişiklikler ise, toplumdan kendini soyutlamak, tek düze duygulanım ve dağınık düşünceler başta gelmektedir. Şizofren bireylerin genelde birtakım kişiler tarafından izlendiği ya da televizyon ve radyolarda onun hakkında konuşma yapıldığına dair delüzyonları olabilir. Gerçeklikle ilişkilerini koparıp halüsinasyonlar görebilirler ve bu halüsinasyonların onlara hakaret ettiğini, sorular sorduğunu duyabilirler. Bireyler kendilerini sosyal yaşamdan tamamen soyutlarlar ve çok üzücü olaylar karşısında gülme tepkileri gibi anormal tepkiler veya hiç tepki vermeme gibi duygusal eksiklikler yaşarlar. Ayrıca şizofreni hastalarının düşünceleri birbirinden kopuk ve dağınıktır.
     Hastalığın belirtilerine gelecek olursak, mental ve fiziksel belirtiler gibi iki sınıflama yapabiliriz. Mental belirtilerde kendi içinde ikiye ayrılır. Bunlardan birincisi olumlu belirtilerdir. Tabi bu bizim bildiğimiz olumluluktan daha ayrı bir anlam ifade eder. Olumlu belirtilerde hasta, normal insanlarda gözlenmeyen birtakım belirtilere sahiptir: sanrılar, halüsinasyonlar, yanlış inançlar ve düzensizlik gibi. İkincisi ise olumsuz belirtileridir.. Bu belirtiler normal işlevlerde azalma şeklinde meydana gelmektedir. Kayıtsızlık, yaşamdan zevk almama (anhedoni), umursamazlık, sosyal izolasyon, duygulanımda bozukluk gibi. Fiziksel belirtilere değinecek olursak, katatoni denilen kas eylemlerinde değişiklik görülmektedir. Katatoni tepkilerde azalma veya aşırı hareketlilik şeklinde olabilir. Tepkileri azalan şizofreni hastaları gün boyunca oturdukları yerden hareket etmeyebilirler ya da hareketlerinde gözle fark edilebilecek yavaşlıklar vardır.
      Tedavisine gelecek olursak, şizofreni tedavisi terapi desteği ve ilaçlarla birlikte yapılmaktadır. Hasta akut dönemde ise amaç psikotik düşünce ve davranışları azaltmaktır. Daha az dozda ilaçlar verilir. İlk olarak tipik nöroleptik ilaçlar(FGA) hastaya verilir, eğer hastada kas spazmı gözlenirse(ilacın yan etkisi) bu ilaçların yerine atipik denilen nöroleptikler(SGA) ilaçları verilir. Sabit bakım döneminde ise amaç hastalığın nüksetmesini engellemektir çünkü şizofreni hastalığı tedavi olunsa bile %20 tekrarlayabilme olasılığına sahiptir. Bu dönemde hastanın ağır stresler yaşamasını önlemek, uyuşturucu ve alkol kullanımı varsa azaltmak öncelikli amaçlar arasındadır. 
      





Neden Saldırganca Davranırız?

   Saldırganlık, sosyal psikolojinin uğraşı alanına giren bir davranış biçimidir. Psikolojide saldırgan davranışlar ikiye ayrılmaktadır: ...